Devrim Horlu Söyleşisi/ Şiirin Hayatımızdan Hiç Çıkmayacak İzi
Devrim Horlu ikinci şiir kitabı Taştaki Dikiş İzi ile karşımızda. Kadim insani duygular üzerine kurulan, zamana yayılan, parça parça (mısra mısra) düşünceden bütüne ulaşan tüm şiirler, adıyla müsemma olarak nakış nakış işlenmiş Taştaki Dikiş İzi’nde. Devrim Horlu ile yaptığım söyleşi aynı Taştaki Dikiş İzi gibi baştan sona nakış nakış işlenerek gerçekleştirildi. Şiir, şairlik makamı, şiirle keşfedilen hayat, yaşama uğraşı ve şiirin edebiyat için anlamının tüm detaylarını ele aldığımız söyleşiyi satır satır okumanız dileğiyle.
Buyurun lütfen.
Aynur Kulak: Biraz garip kaçacak bir soru soracağım fakat kitabınızı döne dolaşa okurken (şiir kitaplarını böyle okurum) isminiz ile şiir arasında bir bağ kurdunuz mu hiç sorusu geldi aklıma. Devrim ve şiir arasında bir bağ kurabilmek mümkün mü, ne dersiniz?
– Taştaki Dikiş İzi’nde ismime gönderme yaptığım şu dizeler geldi bu sorudan sonra:
bu hırıltılı, kötü sesimi ne yapacağım
adımı söylemekten yoruldum artık
adımın önüne gelen şeylerden
adımdan yoruldum
benim koynum bir kuş kapanı
göğe yakınlığım olsa olsa bu kadar
Devrim Horlu: İsmimle ilgili doğduğum günden bu yana olumlu ya da olumsuz bir yığın şey yaşadım. Kimi komiktir bunların, kimiyse oldukça can sıkıcı. İsmin yüklediği bir sorumluluk söz konusu mutlaka. Bu sorumluluk sizi gün aşırı dürtüyor. Kendini hatırlatmak konusunda oldukça mahir. Şiirimi gördüklerim üzerinden kuruyorum çoğu zaman. Hâliyle bana dair olan her şey gibi ismim de yazdığım şiire sirayet etmiştir. Tek başına devrim kelimesini şiirle bağdaştırmaksa pek zor değil esasen. Ben şiir üzerine öyle sulu sepken, romantik şeyler söylemeyi pek sevmiyorum. Sadece ikisi de çok gerekli. Ama en çok devrim.
Aynur Kulak: Şiir diğer türler gibi (roman, öykü, hikâye) bir edebiyat türü olarak görülmez. Şiir şiirdir! Özeldir ve kendi özerk bölgesi vardır herkesin giremeyeceği. Şiiri neden seçmiş olabilirsiniz? Evde çok mu şiir okunurdu?
Devrim Horlu: Ben şiiri diğer türlerden başka bir yere koyanlardan sayılmam. Bana kalırsa diğer türler de en az şiir kadar özeldir. Kutsallaştırdığınız şey karşısında ezilirsiniz. Oysa şiir de diğer türler gibi insan elinden çıkıyor işte. Bizim sayemizde var ve diğer türler gibi edebi bir tür. Daha fazla anlam yüklemek en başta şiire zarar verir. Şiiri seçme sebebim zihnimin çalışma biçimiyle ilgili muhtemelen. Evde çok şiir okunduğu söylenemez. Elbette gazeteye sarılı Nâzım Hikmet, Ahmed Arif, Adnan Yücel gibi şairlerin kitapları vardı evde ama benim merakım Ahmed Arif’in kendi şiirlerini seslendirdiği kaseti dinledikten sonra başladı.
Aynur Kulak: İlk iki soru son şiir kitabınızın ismi Taştaki Dikiz İzi’ne istinaden soruldu. Kitabın ismi çok hoşuma gitti. Taşta dikiş izi olur mu? Olmaz. Şiir de zaten böyle bir şey, öyle değil mi, ne dersiniz? Şiir mümkün olmayan bir şeyi anlatırken ilahi bir noktaya taşır. Mümkün değildir bu biliriz ama yine de şiirden vazgeçemeyiz. Yani taştaki dikiz izinin nasıl olabileceğini merak etiğimiz için şiiri yazar ve şiire kayıtsız kalamayız diyebilir miyiz?
Devrim Horlu: Şiirin ağırlıklı olarak imge, imaj ve metaforla kurulduğu aşikâr. Bu da hâliyle boyut kazandırıyor şairin söylediğine. Söylenenden anlaşılan çoğalıyor ve çoğu okurunun şiiri sevmesinin sebebi bu galiba. Genelde dalga geçmek için kurulan bir cümle vardır, “Şair burada ne anlatmak istemiş?” derler malum. Sözünü ettiğimiz şiir bana kalırsa şairin ne anlattığıyla değil de okurun ne anladığıyla ilgili olduğu için vazgeçilmez hâle geliyor. İmgeden uzak duran ama okuru imgeye yaslanan şiirlerden daha çok etkileyebilecek şiirler de var. Somut şiirin çok kıymetli örnekleri var dünyada ve ülkemizde. Son olarak kitap isimlerine değinmek gerekebilir bu soru ışığında. Benim ilk kitabımın adı Gölgeler Çürürken. Öykücü arkadaşım Şeyma Koç koymuştu bu ismi sağ olsun. Bu ikinci kitaba isim düşünürken ilk kitaptaki mantığı kaybetmemek istedim. Taştaki Dikiş İzi hem bana karşılık geliyor hem de Gölgeler Çürürken’e. Elbette somut olarak düşündüğümüzde gölgeler çürümez ve taşta dikiş izi olmaz. Öte yandan bu ihtimal merak uyandırıcı.
Aynur Kulak: Bu çağda şiir yazmak size kendinizi nasıl hissettiriyor? Şiirleriniz anarşistliğe varan bir isyanı içermiyor ama bu çağda yaşamanın sızısı, buhranı, bulanıklığı seziliyor. Şiirleriniz için bastırılmış duygular geçidi demek istiyorum aslında. Çok fazla bastırılmış bir toplumun şairi olarak genç olmanıza rağmen patlayan bir duyguyla değil de tüm olup bitenlere karşın sakinliğinizi koruyarak yazmışsınız. Taş yerinde ağırdır diyebilir miyiz? J
Devrim Horlu: Bu çağda şiir yazmak üzerine düşünürken aklıma “Ne zaman şiir yazılmaz?” sorusu geliyor. Dünya değişiyor mu sahiden? Teknolojik gelişmelerin insana etkisi var elbette ama insan ve ona dair olan şeyler azalıyor mu? Aksine çoğalıyor bana kalırsa. Yeni hastalıklarımız var, tepki göstereceğimiz yeni olaylar, karşı duracağımız kıyımlar ve daha bir sürü şey. Robotlar bile şiir yazdığı bir çağda benim temiz kalmaya çalışan bir insan olarak şiir yazıyor olmam nasıl hissettirebilir ki beni?
Şiirim için bastırılmış duygular geçidi demezdim ben ama öyle bir izlenim yaratmış olabilir tabii. Şiiri edebi bir tür, sokağı bir direnme alanı, insanları dayanaşabileceğim ya da kavga edebileceğim türdeşlerim olarak gördüğüm için tüm bunları ona göre değerlendiriyorum. Kitapta dalga geçmek istediğimle dalga geçiyorum, öfke duyduğuma kızıyorum, sevdiğim şeylere şefkatle sesleniyorum. Bu çoğaltılabilir. Taş yerinde ağır demesek de her şeyin bir yeri var diyebiliriz.
Aynur Kulak: Kitap beş taş şiiri ile ve “ağır” kelimesiyle bizi karşılıyor.
Sürekli kaynak makinaları ve balta
Sürekli elektrik, sürekli yağ ve cıvata
Gerçeğin ağzında emzik olmuş duruyor
Bizi avlamaya ayarlı bu dünya
Tuz susuyor
Bu dizeler dayatmalar sonucu ne hale geldiğimizi, susmaların nelere mal olduğunu veya olacağını bize gösteriyor. Şiir toplumun atar damarının nerelerde attığını bize gösterir diyebilir miyiz?
Devrim Horlu: Bizde çok genel, neredeyse herkesin dilinden düşürmediği bir “eleştiri” var. Şairler toplumsal olaylara sırtını döndü, çok kişisel şeyler yazıyorlar vb. şeyler. Şair diye iki kötü örnek okuyup söylüyorlar bunları üstelik. Kendimi iyi bir şiir okuru olarak görüyorum ve bunun aslında böyle olmadığını açık bir şekilde görüyorum. Sosyal medya üzerinden iki şiir okuyan tüm şairler üzerine laf söyleme cüretini bulabiliyor insanlar. İkinci yeni dışında da şiir okudukları yok bu tiplerin. Zaten öyle olsa yayınevleri şiir kitabı yayımlama noktasında bu denli geri durmazdı. Toplumsal olana eğilmek bugün başka bir boyut kazandı. Slogan atmıyoruz ve buna ihtiyaç olduğunu da düşünmüyorum. Bir önceki cevapta neyin nerede yapılması gerektiğini ifade ettim zaten. Bu, şiirde içinde olduğumuz siyasi baskılardan söz etmeyeceğimiz anlamına gelmiyor elbette. Alıntıladığınız şiir bunun kapalı bir örneği. Kitapta ya da dergilerde çıkan şiirlerimde açık açık politik göndermeler olan şiirler mevcut. Bu ister istemez var. Oluyor. Şiir bir anlamda işaret etme biçimidir. Tutup sallamaz “Bakın burada!” diye. Gösterir.
Aynur Kulak: Şiirlerinizde toplumun durumunu yansıtmanıza rağmen asıl olarak kişinin kendi kendisiyle olan mücadelesini ve hatta savaşını görüyoruz.
Ben gıcırdayan kapılar mıyım
Beyaz gömleğe kir veren oğlan mı
Ağızda kırılan dağlar mıyım
Eleğin üstünde kalan taşlar mı
Kişinin kendisiyle olan mücadelesini şiirden gayrı hiçbir tür bu derece çıplak bir şekilde ortaya koyamıyor sanki. Ne dersiniz?
Devrim Horlu: Edebi metinlerde kurgu çok önemli malum. Şiir ise kurgu kullanılsa dahi kişisel olanı en verimli işleyebileceğimiz türlerden biri. Bazı şairler şiir yazmayı bir düşünme biçimi olarak görüyor. Bir anlamda doğrudur bu. Kendisiyle didişmeyen, kendisini hırpalamayan, kendisi üzerine düşünmeyen birinin herhangi bir edebi türde eserler vermesi güç.
Aynur Kulak: Kitap Metin Eloğlu dizeleriyle bizi karşılıyor ve kitap boyunca şairler şiirlerinize eşlik ediyor. Türkiye uluslararası düzeyde çok iyi şairlere sahip fakat iyi olan her şeyde olduğu gibi bunu dünyaya çok fazla lanse edemedik maalesef. Edebiyatseverler şiiri de çok seviyor elbet ama şairler görülseydi daha iyi desteklenselerdi çok daha güzel ve hak ettiği yerde olabilir miydi Türk şiiri?
Devrim Horlu: Burada çeviri meselesi giriyor devreye. Şiirimizin görünür olması için çaba harcayan çokça isim var. Bu çabaları kıymetli buluyorum. Öte yandan şiir en köklü edebi türlerden biri olsa da diğer türlere oranla daha az çevriliyor. Bunu sadece az satıyor diyerek bir kenara atmak zor. Kurgu metinlerin çevirileri şiire göre daha kolay. Şiirin kodları çok farklı. Bizim iyi dediğimiz şiirlerin çevirileri ise hayli zor. Tüm bu zorluklar olmasa elbette Türk şiiri hak ettiği yerde olurdu ancak bence daha önemli bir konu var. Türk şiiri Türkiye’de hak ettiği yerde mi ki?
Aynur Kulak: Türkiye’de şair olmak zor mu yoksa lüks mü? Çünkü sosyo-ekonomik duruma bakıldığında geçinmenin belirsiz süreçlere doğru gittiği zamanlardan geçerken şiir yazmak gittikçe daha da güç hale geliyor diye bir yorumda bulunulabilir mi?
Devrim Horlu: Ekonomik olarak düşünürsek elbette kolay değil. Ben tek başına şiir yazan ve yazdığı şiirle hayatını idame eden birini tanımıyorum. Çoğu edebiyatçı başka işle meşgul. Bu böyle ve değiştirmek de güç. Çoğu insanın da böyle bir gayesi yok zaten. Yazarak yaşamak mümkün ama genelde istemediğiniz şeyler yazarak yapabilirsiniz bunu. Söz gelimi dizi senaryosu yazarsınız, gölge yazarlık yaparsınız vs. Şiir meselesine gelince insanlar şiir kitabından telif almayı bir kenara koydum kitaplarını para vererek basmak zorunda bırakılıyor. Dergilerde yayımlanan eserlerinden telif alan çok az insan var. Yine bir önceki soru hatırlatarak şöyle denebilir. Bizde edebiyatçılar sadece yazmakla ilgilenmedikleri halde çok iyi eserler veriyorlar. Bir de tek işleri yazmak olsa siz düşünün.
Aynur Kulak: Editörlük yapıyorsunuz. Ciddi bir pandemi süreci yaşıyoruz bu yıl. Tezgâhınızdaki kitaplar, projeleriniz bundan etkilendi mi? Ve tabii ki meraklı bir okur olarak tezgâhınızda hâlihazırda hangi kitaplar yayınlanmak üzere okurların karşına çıkmayı bekliyor?
Devrim Horlu: Aslında bizim programımızda çok büyük sapmalar olmadı. Kemal Tahir’in Notlar’ını yayımlamaya devam ettik. Yılmaz Güney külliyatından kitaplar yayımladık. Suat Dervis’in eserlerini hazırladık. İthaki Yayınları bu pandemi sürecinde bir risk aldı ve şiir yayımlamaya, İthaki Poetik serisine başladı. Arzu Uçar’ın Yaşar Nabi Nayır Ödülü alan Dış Kapının Mandalı isimli öykü kitabını yayımladık. Jale Sancak’ın Tanrı Kent isimli eserini çıkardık. Doğan Ateş’in Ay Işığında Sancı isimli romanı ve Fuat Sevimay’ın Benden’iz James Joyce romanı en son çıkanlar arasında.
Yakın zamanda çok kıymetli yazarların kitaplarıyla buluşacak okurlarımız. Aklıma şu an ilk gelenler, Jale Sancak, Ayşegül Kocabıçak, Adnan Gerger, Bülent Yıldız, Türkan İldeniz, Betül Dünder, Göhkan Arslan… Daha çok isim var ancak hepsini saymayayım burada.
Güzel sorularınız için çok teşekkür ederim.
Cevaplarınız için ben teşekkür ederim.