Haftanın Kitaplığı – 27 Ocak 2020
Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye bir göz atabilirsiniz.
CEBİMDEKİ TAŞLAR – KAOUTHER ADİMİ
Zenginliklerimiz’in ödüllü yazarı Kaouther Adimi’nin yeni kitabı Cebimdeki Taşlar, başkent Cezayir ile Paris arasında, iki farklı kültürün ortasında ait olduğu yeri bulmaya çabalayan genç bir kadının hüzün ve mizahla harmanlanmış öyküsünü anlatıyor.
Adimi bu romanıyla, geleneksel toplumun kadına, evliliğe bakış açısını, çocukluktan itibaren bedenler ve zihinler üzerinde kurduğu baskıyı, silinmesi zor izleri ve korkuları görünür kılarak deyim yerindeyse cebindeki tüm taşları döküyor.
Uzun ve dokunaklı bir monoloğu andıran içten, gerçekçi ve alaycı anlatımıyla Cebimdeki Taşlar, kişisel bir yolculuğun arka planındaki toplumsal tarihe de ayna tutuyor.
25 yaşında Cezayir’i geride bırakıp Paris’e taşınan ve kendine yeni bir hayat kurmaya çalışan genç kadın, kız kardeşinin evleneceği haberiyle birlikte küçük bir nostalji atağına tutulur. Düğün için Cezayir’e gideceği tarih günden güne yaklaşırken genç kadın evliliği, yetiştiği kültür ile yerleştiği kültür arasındaki taban tabana zıt hayatı; Cezayir’deki iç savaşyıllarını; yalnızlığı; kadın olmanın gerçeklerini; göçmenliği ve beraberinde getirdiklerini sorgulamaya koyulur. Anlatı boyunca Cezayir’in Akdenizli sıcak, samimi, kalabalık yalnızlığı; Paris’in ışıklı, özgürlük vadeden bireysel yalnızlığıyla çatışır.
Toplumun dayattığı evlilik baskısı ve cinsiyetçi klişelerden yılmış, ne “Batılı” ne de “Doğulu” olmayı başarabilmiş kültürlerin kadınlarını keskin bir dil ve etkileyici bir anlatımla yansıtan Cebimdeki Taşlar, aynı zamanda cebine doldurduğu taşlarla nehre atlayarak intihar eden Virginia Woolf’a bir saygı duruşu niteliğinde.
“Tek başına ölmek. Ahenk veren tek bir nefes olmadan geçen günler. Fırtınanın şemsiyenizi kırdığı akşam, yanınızda kimse yok. Doğa size karşı olduğunda, sıcak bir çay uzatan tek bir el bile yok. Sizinle ağlayacak bir erkek yok, öyle ya bazen sadece buna ihtiyaç duyarız: biriyle ağlamaya.”
“Cebimdeki Taşlar, Akdeniz’in iki yakasında kadının özgürlüğünü kısıtlamak isteyen, kadınları geleneksel bir modele, şekillendirilmiş bir kadınlığa hapsetmek isteyen herkese fütursuzca meydan okuyor.”
SophieJoubert, L’Humanité
PARÇAKLANMA – E. M. CIORAN
E. M. Cioran’ın eserleri arasında önemli bir yeri olan Parçalanma, Siren İdemen’in çevirisiyle, Metis Yayınları tarafından dilimizde yayımlandı.
“İnsan güç sahibi oldukça, yaralanabilirliği de o ölçüde artar. En çok korkması gereken de, yaratımın tamamen engellenip durdurulduğu, başarısını kutlayacağı andır, ölümcül tanrılaşma, sağ çıkamayacağı galibiyet ânı.”
“Sabahtan öğlene kadar ‘insan bir girdaptır, insan bir girdaptır,’ diye tekrarlayıp durdum. Daha iyisini bulamıyorum, çok yazık!”
“Kuş pazarı. Şu pır pır eden küçücük bedenlerde ne biçim bir güç, ne biçim bir azim var! Bu hiçin içinde kök salıyor yaşam; bir parçacık maddeye can veren, ve zaten bizzat o maddeden çıkan ve onunla birlikte yok oluveren acıklı şey… Ama hayretim geçmiyor: Bu hummayı, bu kesintisiz dansı, bu temsili, yaşamın kendi kendisine sunduğu bu gösteriyi açıklayabilmek ne mümkün. Ne müthiş bir tiyatro şu nefes denen şey!”
BENİM DURUMUMDAKİ ERKEKLER – PER PETTERSON
Parçalanan bir hayatın acımasız ama şefkat dolu portresi…
Karısıçocuklarını da alıp onu terk ettikten sonra Arvid Jansen, tutunacak çok az şeyinin olduğunu fark eder. Boş evini, yatağını, hayatını yadırgar; kim olduğunu pek de bilmediğini anlar. Gençlik günlerinin peşinde şehirde dolaşır, sarhoş olur, barlarda ısrarla peşine düştüğü kadınlarla yatağa girdiğindeyse ne yapacağını bilemez. İlk ayrıldığında neşeli bir zafer duygusu taşıyan karısı da ondan çok farklı durumda değil gibidir. Sadece üç kızlarından en büyüğü ebeveyninin kim olduğunu görüyor, ama ne onlara yardım edebiliyor ne de onlardan yardım alabiliyordur…
Norveçli yazar Per Petterson’un diğer yapıtlarıyla da konuşan Benim Durumumdaki Erkekler ele aldığı hikâye kadar anlatma biçimindeki inceliklerle de öne çıkıyor.
SERBEST KÜRSÜ – ALEJANDRO ZAMBRA
Şilili yazar Alejandro Zambra’nın deneme ve öyküleri tür ya da konu gibi sınırlara boyun eğmeksizin Serbest Kürsü’de bir araya geliyor. Okumak, yazmak, çeviri, dil ve edebiyat dünyası ekseninde dönen eleştirel ve mizahi bakışı türlü türlü odaktan geçiyor: öğretmenlik, eleştirmenlik, şiir ve müzik, depremler, Santiago, New York ve Meksiko’da yaşamanın farklı deneyimleri, çocukluk, aile hayatı, ebeveynlik…
Dilin sesine kulak veren, takıntılarla ve çelişkilerle hemhal olmaya korkmayan yaklaşımıyla AlejandroZambra samimiyet dolu bir anlatı dünyası kuruyor.
“Edebiyatta sadece üç, dört, bilemedin beş konu olduğu söyleniyor ama belki de tek bir konu vardır: ait olmak. Tüm kitaplar ait olma arzusu yahut bu arzuyu reddetme üzerinden okunabilir. Bize konu serbest dendiğinde bunun hakkında yazıyoruz; aşk, ölüm, seyahat, sinekler, telgraflar ya da döner tekerlekli bavullar hakkında yazdığımızı zannederken de yine bunun hakkında yazıyoruz. İster şaka yollu ister ciddiyetle, ister şiir ister düzyazı biçiminde hep bundan bahsediyoruz: ait olmak.”
MÜZİK SOSYOLOJİSİ – GÜNEŞ AYAS
Akademisyen Güneş Ayas’ın müzik sosyolojisine yön veren temel kuram ve yaklaşımları ayrıntılarıyla ele alırken, güncel eğilimleri de takip ederek konuyla ilgili Türkçe literatürü eleştirel bir değerlendirmeye tâbi tuttuğu çalışması Müzik Sosyolojisi – Kuramsal Bir Giriş, İthaki Yayınları tarafından yayımlandı.
Etnomüzikoloji Derneği’nin kurucu üyesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde görevli Güneş Ayas, geçtiğimiz yıl Osmanlı’dan günümüze Türk müziği tartışmalarını daha geniş bir perspektifle değerlendirdiği Müziği Boğan Gürültü: İdeolojinin Kıskacındaki Musiki adlı çalışmasıyla okurla buluşmuştu.
Ayas, bu kitapta da oldukça geniş bir çalışma alanı sunuyor. Bir müziğin bir başka müzikle, eserin icracıyla, icracının dinleyiciyle, dinleyicinin çevresiyle ilişkisi nedir? Müzikal beğeni ve müzikte anlam nasıl ortaya çıkar? Bu ve benzeri sorular söz konusu olduğu zaman, müzik sosyolojisi bülbülü eti için öldürme riskini göze alan bir disiplin. Ancak nelerin hazmedilip hazmedilemeyeceğini gösteren bir reçete olarak değerlendirilmesi de mümkün.
“Sanatla sosyoloji arasında çoğu zaman mesafeli ve gergin bir ilişki gözlemlenebilir. Sanatseverler sosyologların sorgulayan, temellendirmeye çalışan ve sanat gibi ‘yüce’ bir faaliyeti ‘gökyüzünden yeryüzüne’ indiren eşitleyici yaklaşımından rahatsız olurlar. Bir an olsundünya işlerinden kopup muhteşem bir müziğe kendini bırakmak varken, bu müziğin toplumsal bağlamı üzerine kafa yormaya ne lüzum vardır? Birçok müzisyenin, müzik tutkununun ve müzikoloğun gözünde müzik sosyolojisi ilginç, kimi zaman zekice gözlemler içeren ama özünde rahatsız edici bir şeydir. Müziğin daha iyi anlaşılmasına ve hissedilmesine hizmet etmediği gibi, müzik icra etme ve dinlemenin ‘irrasyonel’ alanında dolayımsız bir şekilde yaşanan hazzı da mahveder. Meseleye böyle bakanlar için müzik sosyolojisi, adeta sanata karşı saygısızlıkla eşanlamlıdır…”
EDEBİYATTA PATİ İZLERİ – HAZIRLAYAN: DAMLA YAZICI
Çağdaş edebiyatımızın yazar ve şairlerinin hayatlarında ve eserlerinde yer etmiş patili dostlarını anlattığı, Damla Yazıcı’nın yayıma hazırladığı Edebiyatta Pati İzleri, Karakarga Yayınları’ndan çıktı.
Kitapta Faruk Duman, İnci Aral, Haydar Ergülen, Buket Uzuner, Doğu Yücel, Sevin Okyay, Neslihan Önderoğlu, Haldun Çubukçu, Murat Batmankaya ve Altay Öktem öykü, deneme, mektup ya da anlatıyla hayvanlarla anılarını, dostluklarını anlattı.
Kitapta ayrıca, Neyzen Tevfik’in bir yerlere gitmeyen Mernuş’undan Nâzım’ın köpeği Şeytan’a, Nurullah Ataç’ın kedi dostluğundan, Tevfik Fikret’in Zerrişte’sine, Bilge Karasu’nun filozof kedilerinden, Fikret Otyam’ın çalınan keçisi Nimetçik’e kadar uzanan yelpazede yazarların hayvanlarla ilişkilerinden doğan ilginç olaylar, anekdotlar ve izdüşümler yer alıyor.