Haftanın Kitaplığı – 25 Kasım 2019
Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye bir göz atabilirsiniz.
BENİM GİBİ MAKİNELER – IAN MCEWAN
Hiroşima ve Nagasaki’nin atom bombalarıyla yerle bir edilmediği, yaşamına savaş kahramanı olarak devam eden Alan Turing’in yapay zekâ alanında çığır açtığı bir dünya. Teknolojik yenilikler ve toplumsal huzursuzluklarla dolu alternatif bir 1980’ler Londrası’nda, yalnız ve amaçsız Charlie Friend ailesinden kalan parayı sınırlı sayıda üretilen ilk insansı robotlardan Ademler ve Havvalar’dan birini almak için harcar; aşık olduğu komşusu Miranda’ya, kendi Âdem’inin kişiliğini beraber oluşturmayı teklif eder. Fakat başlangıçta zekası ve uyumluluğuyla ikisini de etkileyen Adem zamanla kendi ahlak ilkelerini keşfedecek, Charlie ve Miranda’yı yüzleşilmesi zor bir sır ve içinden çıkılmaz ikilemlerle baş başa bırakacaktır.
İnsanı insan yapan şey nedir? Zeki bir makinenin insanların iç dünyasını anlaması bir gün mümkün olacak mı? Yapay zekanın insanı hem bilgi hem de etik bakımından aştığı bir dünya neye benzerdi? Ian McEwan’ın yeni romanı Benim Gibi Makineler bu gibi soruları sorarken heyecan ve gerilimi bir an olsun düşmüyor.
Zekice ve insancıl… Yapay zeka, rıza ve adalet kavramları üzerine bir kıssa gibi de okunabilecek retrofütürist bir aile dramı.
The New Yorker
Benim Gibi Makineler etkileyici bir çeşitlilik sunuyor. Fikirlerden heyecan duyan, duygulara zekice yaklaşan, en son bilimsel gelişmeleri, felsefi spekülasyonları ve canlı toplumsal gözlemleri bir araya getiren bu kitap hem siyasetle ilgili isabetli tespitlerle dolu, hem düşündürücü, hem de eğlenceli.
The Sunday Times
McEwan’ın en iyi romanlarından biri.
The Observer
ÖLÜMCÜL YAKINLIKLAR – DOROTHY H. CRAWFORD
Yaşadığımız dünyada bitki ve hayvanlar dışında bir canlı grubu var ki, gözle görülemeyecek kadar küçük olmalarına rağmen yeryüzünün asıl sahipleri oldukları söylenebilir: Diğer tüm canlılardan önce onlar vardı, muhtemelen en son da onlar yok olacak. Yalnızca çevremizi değil, bedenlerimizi de mesken edinen bu canlıların “dost” olanlarına muhtacız: Sağlıklı bir yaşam için bize hava ve su kadar gerekliler. “Düşman” olanlarla aramızdaki mücadele ise ezelden beri sürüyor.
Mikrobiyolog Dorothy Crawford bu kitapta kısaca “mikroplar” diyeceğimiz, her yerde hazır ve nazır olan bu küçücük canlılarla insanlar arasındaki ilişkinin tarihini ele alıyor. Mikroplar insanlara kolayca bulaşıp yayılacak şekilde nasıl evrimleşti? Avcı-toplayıcı topluluklardan tarım toplumlarına geçiş neden mikroplara yaradı? İlk şehirler kurulduğunda hangi koşullar mikropların serpilip palazlanmasına yol açtı? Tarihte yaşanan şiddetli salgın ve kıranlar insan toplum ve kültürlerini nasıl etkiledi? Mikroplarla etkili bir şekilde mücadele etmeye başlamamızı sağlayan icat ve keşifler nelerdi? Hangi mikropları alt ettik, hangileri bizi alt etmeye devam ediyor? Giderek kalabalıklaşan bir dünyada bizi nasıl tehlikeler bekliyor?
“İnsanlarla mikropların birlikte evrildiği binlerce yıllık bir hikâye bu, olup bitenlerin tarihi de genlerimizde yazılı. Bizler bulaşıcı hastalıkları atlatmış, hastalıklara dirençli çocuklar dünyaya getirmiş ataların evlatlarıyız; burada olup bu hikâyeyi anlatabiliyor oluşumuzu da onlara borçluyuz.”
SERAP – MEHMED RAUF
Siyasal baskıların neden olduğu bunalımla “erkeklik krizi”nin harmanlandığı bir iç hesaplaşma romanıdır Serap. İstibdat Dönemi’nin ruhunda yarattığı tahribat nedeniyle Meşrutiyet’le gelen “hürriyet”i yeteri kadar yaşayamayan genç bir adam, vapurda rastladığı güzel kadının tetiklediği, unutulmaya yüz tutmuş arzularının uyanmasıyla bu kez de orta yaş krizine sürüklenir.
Mehmet Rauf, 1909’da Resimli Roman dergisinde tefrika edilen bu romanıyla bir anlamda tarihi ve o tarihin öznesi olan bireyin deneyimlerini, edebiyat içinde kayıt altına alır.
Özgün metinde yer alan illüstrasyonların tıpkıbasımlarıyla yayımlanan Serap, 110 yıl sonra günümüz okuruyla buluşuyor.
SAKALLI KRALLARIN GÖLGELERİ – JOSE J. VEIGA
İtaat duvarlarını aşıp gökyüzüne kanat çırpanların öyküsü…
Delidolu okurlarının Gevişgetirenler Zamanı adlı yapıtıyla tanıdığı, Portekizce edebiyatın 20. yüzyıldaki en önemli yazarlarından biri olan José J. Veiga’nın ödüllü romanı Sakallı Kralların Gölgeleri, bir çocuğun iç dünyasını, toplumsal sorunlarla iç içe geçen sancılı büyüme ve olgunlaşma hikâyesini anlatıyor.
Yazar, sade ama tedirgin edici, çarpıcı üslubunu bu kitabında da ustalıkla ortaya koyarken toplumsal yaşayışa, aile ilişkilerine, özgürlüğe, otoriter rejimler karşısındaki insani zaaf ve erdemlere dair incelikle kalem oynatıyor. İşlediği konuların evrensel niteliği sayesinde, yazıldığı dönemin ve coğrafyanın ötesine uzanabilen bu etkileyici alegorik roman, baskı ve adaletsizlik karşısındaki tutumumuzun sonuçları üzerine düşündürüyor.
Bir gün şehre bir Şirket gelir ve umutları suya düşüren beklenmedik bir dönüşüm başlar. Lucas’ın hafızasından süzülen satırlarda, şehirdeki tek otorite hâline gelen Şirket’in kuruluşunun ardından yaşananlara, günbegün artan baskı ve korkuya, absürd yasaklara, aşılamaz duvarlara, şehrin üzerinde uçan akbabalara, müfettişlerin gölgelerine, özgürlüğü ve düşleri elinden alınmış bir toplumun yeniden kanatlanışına tanık oluyoruz.
“Her tarafı çevreleyen duvarlar, yorucu ve heves kırıcı bir hâl almış, bunun yanı sıra şehirde neler olup bittiğini ve ahalinin neler düşünüp konuştuğunu öğrenmeyi zorlaştırmıştı. Eskiden, okuldan eve anneme anlatacak pek çok havadisle dönerken şimdi dünyadan haberim olmadan gidip geliyordum. Yolda rastladığım az sayıdaki insan da ya her şeyden bihaber oluyor ya da konuşmaya heves etmiyordu. Yukarısı hariç nereye bakarsak bakalım duvarları görüyorduk. Zaten, bulutlar ve akbabalar dışında bir şey görmenin mümkün olmadığı gökyüzüne ne diye bakacaktık?”
“Bir şehrin en büyük eğlencesinin akbabalar olması için o şehrin başına ne gelmiş olması gerekir? Veiga’nın yarattığı fantastik görüntü korkutucu olsa da anlaşılabilir, zira bizim de kendi akbabalarımız var. Sakallı Kralların Gölgeleri ile içinde yaşadığımız gerçeklik arasındaki ilişki hiç de uzak değil. […] Belki de şimdilerde, yükselen duvarları yıkmak için kadınlara ve uçan insanlara her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var.”
Arthur Souza (Homoliteratus)