Haftanın Kitaplığı – 29 Nisan 2019
Okuyacak çok kitap var seçmek zor diyorsanız yeni çıkan kitaplar arasından yaptığımız derlemeye bir göz atabilirsiniz.
KOZMOSTAKİ EVİMİZ – MARTİN REES
10 milyar ışık yılından daha uzakta, yani gözlemlenebilir evrenin sınırlarının ötesinde neler olduğunu hiç merak ettiniz mi? Peki, bu sınırın ötesinde bir yerlerde Dünya’nın, hatta güneş sisteminin, hatta hatta Samanyolu’nun bir kopyasının var olabileceğini, hele de evren sonsuz ise buna neredeyse kesin gözüyle bakılabileceğini hiç düşündünüz mü? Bir yerlerde sizin de bir kopyanız yaşamış, yaşıyor ya da yaşayacak olabilir…
Kozmostaki Evimiz evrene bakış açınızı eğen bir kitap…
Evrene dair, bulabileceğiniz en açık seçik anlatım. … Sadece Evrenin yaşama olanak tanımasına değil, Martin Rees kalibresinde bir bilimcinin onu bize açıklamaya istekli olmasına da şükretmeliyiz. – Ian Morrison, New Scientist
Kozmostaki Evimiz … bilgilendirici ve geniş kapsamlı … onu okumak bir zevk. Rees’in açıklamaları çok çok doğru. – William G. Unruh, Science
YALAN OYUNU – RUTH WARE
Dışarıdan bakıldığında kusursuz görünen, cennet gibi bir kasabada tüm ahengi bozan bir kemik, bir insan kemiği. Ertesi gün bir zamanlar aralarından su sızmayan üç kadın, Fatima, Thea ve Isa ekibin dördüncü üyesi Kate için tekrar bir araya geliyor. Her ne kadar bugünün hiçbir zaman gelmemesini umdularsa da bazı şeyler kaçınılmaz, bu oyunu sonuna dek sürdürmek zorundalar.’10 Numaralı Kamara’ ve ‘Kapkaranlık Ormanda’nın çoksatan yazarı, çağımızın Agatha Christie’si Ruth Ware’den gerilim dozunu bir an olsun düşürmeyen bir roman ‘Yalan Oyunu.’
BERE OTU – PINAR ÖĞÜNÇ
Aslında pek çoğumuzun içinde akıp gittiği, fakat pek azımızın dönüp baktığı bir şeye, gündelik hayata çeviriyor yüzünü Pınar Öğünç, yeni kitabı ‘Beterotu’ ile. İlk öykü kitabı ‘Aksi Gibi’den dört yıl sonra Pınar Öğünç iç dünyasının mutfağından çıkan leziz cümleleriyle sadece gazetecilikte değil, edebiyat alanında da rüştünü ispat ediyor.
KAZ DÜŞÜ – TUNCER ERDEM
Kaz Düşü yok oluşlara, bozulmalara, düşmanlıklara, şiddete karşı dünyaya yeni gelmiş insan düşünü öne çıkaran, yanı sıra yeryüzünün ışığını, toprağın sesini, zamanın gücünü duyuran bir roman. Tuncer Erdem yazı ve çizgisiyle Hay bin Yakzan gibi ütopik romanlara özgü masalsı bir dil, şiirsel bir dünya yaratıyor.
Bir sabah kendini göl kıyısında bulan, geçmişini yitirmiş bir insan yüzü; yanı başında sazlıklara sığınıp düşlere dalmış bir yabankazı; dertlerine derman arayan yalnız yolcular… Gölün ötesinde görünen köydeyse ölüm ve şiddet kol geziyor.
“Bense sımsıkı sarılmışım yerkabuğunun üst tabakasına. Hayatı bilmediğimden. Dünyayı tanımadığımdan. Farkında olmadan geldiğim bu yere bağlanıp kalmışım. Küçücük bir yeryüzü parçasının içinde debelenip duruyorum. Sonsuz dünyaya, yerkürenin ufuktaki eğimine doğru bakınca, yeraltına kulak verince daha iyi anlıyorum bunu.
Sonuçta acemisiyim bu dünyanın. Kanatlanamayan puhu yavrusu, göç yolunda görülen kaz düşüyüm…”
KAVUŞMAK – GÜL İREPOĞLU
Kavuşmak, Mesut Cemil Bey ile ölene kadar ona olan aşkından vazgeçmeyen Dürdane Hanım’ı eksenine alan, gerçek kişilerden yola çıksa da kurgusal bir roman.
Genç bir kadın yazar bir huzurevinde kalmakta olan Dürdane Hanım’ın ziyaretine gider. Dürdane Hanım ömrünün son demlerinde, yazardan hayat hikâyesini yazmasını ister.
Dürdane Hanım 1940’ların sonunda konservatuarın seramik bölümüne girdiğinde, Türk musikisi bölümünde ders veren Mesut Cemil Bey’le tanışır. Çocukluğunun radyo günlerinden sesine aşina ve hayran olduğu Mesut Cemil’in de derslerine girmeye başlar. İleride kendisi de konservatuarda halk müziği hocası olacaktır. Aralarında çok yaş farkı olmasına ve Mesut Cemil Bey’in de evli olmasına rağmen genç Dürdane hocasına âşık olur.
Bu “kavuşma”sız aşkı romanlaştıran kadın yazar ise, geçmişte yaşanmış ya da yaşanamamış bu hikâyenin içine girdikçe, kendi “kavuşma”sız aşkını hatırlar.
Gül İrepoğlu, Kavuşmak ile sanki gizli kalmış bir müzik kutusunu açıyor, içinden rengârenk müzikler taşan. İki ayrı zaman diliminde yaşanan, pürüzsüz olmasa da görkemli iki aşkı birden anlatıyor.