İzmir Devlet Tiyatrosu Oyuncularından Poyraz Deniz Genç’le Söyleştik

İzmir Devlet Tiyatrosu oyuncularından Poyraz Deniz Genç’le yaptığımız söyleşiyi aşağıda okuyabilirsiniz.

Bir oyuncu metni nasıl okur?

Bir metni okumak kazı yapmak gibidir. Metinde birbirine bağlı bir parça ve bütün ilişkisi içerisinde anlamak, analiz etmek ve değerlendirmek gerekir. Okunan metinin yüzeyindeki anlamın altında yatan katmanlı duygu ve düşüncelerin oluşturduğu yapıyı aramanın ana noktasıdır. Bu yapıları oluşturan birimler tek başına anlam taşımayabilirler. O yüzden bütün içerisinde anlam kazandıklarından ötürü metni genel olarak görmek yararlıdır. Karakterlerde böyledir. Bir karakteri yaratmak için metindeki diğer karakterlerin, duygu, düşüncelerin ve eylemlerin adım adım iyi işlenmesi gerekir. O zaman metindeki bütünü görüp karakterimiz hakkında detaya inebiliriz. Bu bağlamda karakterin özellikleri ve sahne uzamında diğer uyaranlar ile kurduğu ilişkiyi tepkiye dökebilirsiniz. Etkilerin nerden nasıl niçin ve ne zaman geldiğinin bilinmesi karakterin kim olduğunu da ortaya koyar.

Tiyatronun en önemli misyonu sizce nedir?

Öncelikle tiyatro var olmaya devam etmeli. İnsana ayna olan ve insanı insana anlatan tiyatro cesur olmalı, gerçekleri tüm açıklığıyla işlemeli ve nitelikli olmalı. Nitelikli yapıtlar insana ve topluma haz alma duygusunu sunarken eseri izlenebilir kılar. Tiyatro kaygılı olmamalı, hayat neyse tiyatroda tamamıyla hayatın düzleminde olan gerçeklik algısını izleyiciye vermeli. Tiyatronun derdi insanlık ile ölçüşürse insan değişebilir. Bir insan değişirse dünya değişebilir. Tiyatro hayal ettirebilmeli. Hayal etmek büyük bir şeydir. Hayal eden insan var olabilir, empati kurabilir çevresinin ve kendinin farkına varabilir. Hayal etmek özgürlüğün filizlendiği ve köklendiği yerdir. Shakespeare’in dediği gibi ‘ Önce hayaller ölür sonra insanlar.’ Tiyatro hayal ettirmeli sonsuz derecede.

İzmir Devlet Tiyatrosu’nda geçen sezon Yeşim Dorman ve Yıldırım Türker’in yazdığı Gölge Ustası, bu sezon da Moliere’in yazdığı Hastalık Hastası oyununda rol aldınız. Canlandırdığınız karakterlerle ilgili bilgi verir misiniz?

             (Gölge Ustası-İzmir Devlet Tiyatrosu)

Geçen sezon Yeşim Dorman ve Yıldırım Türker’in yazdığı Gölge Ustası’nda Tardu karakteri içine kapanık ve hayatla olan ilişkisini kesmiş biri. Hayata karşı olan bu tutumu bir satranç tahtası ve taşların içinde yeni bir dünyaya olan arayışla şekil buluyordu. Genç yaşta babasını kaybetmenin ve şizofren olan kız kardeşinin tecavüze uğramış olması üzerindeki travmanın etkisini ağırlaştırıyor. Tardu psikolojik katmanlı bir karakter. O yüzden onun bu yönü eylemlerinin ne derece derinlikli olduğunun diğer bir göstergesi. Tamamen gerçek biri aslında içimizde taşıdığımız kimi zaman sohbet ettiğimiz kimiz zaman sosyal medyada karşımıza çıkan biri.

(Hastalık Hastası-İzmir Devlet Tiyatrosu)

Moliere’in Hastalık Hastası’ndaki Cleante ise Tardu’un aksine yaşam enerjisiyle dolu. O, Angelique aşık ve aşkı için her şeyi yapabilecek durumda. Cleante, Tardu’nun aksine trajik bir karakter değil. Cleante komik bir karakter. Ve onun bu komikliği aşkını elde edebilmek uğruna harcadığı enerjiden kaynaklanıyor. Bu enerjide durum komiğini ortaya çıkartıyor. Tardu sakin ve içine kapanık umudunu yitirmiş bir karakterken Celante çok enerjik dışa dönük ve hareketli biri. Tardu yitik bir karakter ve kendi dünyasında ölmüştür aslında. Beden olarak yaşamaya devam eder. Bonard ‘İnsanlık acısının bilincine varır.’ der trajik karakter. İki olguyu yan yana barındırmaz Tardu. Tek seçimi olacaktır. Yalnız kalmamak ya da yalnızlık hayatının sonuna dek. Tardu yalnızlığı seçer ve trajik bir sonun hikâyesi böylece biter. Var olma olgusunu teke indirgeyerek yalnızlık kavramıyla baş başadır. Cleante ise uğruna her şeyi yapabileceği sevgilisine kavuşur. İki oyunda da farklı olarak biri var olamazken biri var olabiliyor. Bu da karakterlerin farklı renklerini ortaya koyuyor.

                    (Hastalık Hastası-İzmir Devlet Tiyatrosu)

Bu oyunlar ve dolayısıyla karakterler birbirinden farklı. Sizi zorlayan karakter hangisi oldu?

Biri birinden kolay değil. İkisi de zor karakterler. Komedinin zorlukları olduğu gibi trajik bir karakterin de zorlukları farklı. Bu bağlamda melankolik olmak ve acı eşiğini zorlamak tutkulu olabiliyor. Yaratıcılık o zaman daha psikolojik ve içsel olabiliyor. Komedi ise eğlenceli ve mutlu bir zihinle bedensel eyleme dökülebiliyor. O zamanda beden rahatlığı ile durumun komiğini ve doğaçlamanın özgürlüğünü yakalayabiliyorsunuz benim fikrimce.

                  (Gölge Ustası-İzmir Devlet Tiyatrosu)

Alternatif tiyatrolar hakkında ne düşünüyorsunuz? Olmalı mı?

Alternatif tiyatrolar tiyatromuzun olmazsa olmazı. Benim hayallerimden biri alternatif tiyatroda yer almak var. Alternatif tiyatrolarda özgürlük alanı daha geniş. Sahnelemek istediğiniz metnin ulaşabileceği kitleler devlet tiyatrolarına göre az olmasına karşın daha özgün eserler ortaya konabiliyor. Bu da daha özgün yapıtlar izlemek isteyen izleyici kitlesini kendine çekiyor. Bu yüzden alternatif tiyatroların varlığı hem rekabet hem de özgün yeni biçimler sunulmasından ötürü önemli.

Seyircimizin tiyatro algısı hakkında ne söylemek istersiniz?

Seyircinin tiyatroya olan ilgisi günden güne çoğalıyor. Ayrıca bu seyirci dikkatli oluyor. Dikkatten kastım sizin hiç beklemediğiniz ayrıntıları ve detayları görebiliyor. Farklı bakış açılarıyla oyunu değerlendirip yorumlar yapıyor. Bu da bilinçli izleyici sayısını günden güne artırıyor. Sadece izlemekten ibaret bir seyirci yerine interaktif bir seyirci çıkıyor karşınıza.

Tiyatroda yeni arayışlara ihtiyaç var mı? Neden?

Yeni arayışlara kesinlikle ihtiyaç var. Zaman ileri giderken bu zamanla beraber gerçeklik algısı da değişiyor. Günümüzde zaman daha da hızlı ilerliyor. Özellikle ikinci dünya savaşı sonrası iletişim ağlarının ve olgusunun yeni bir dünya yaratmasından sonra her şey çok çabuk değişiyor ve yenileniyor. Aydınlanma çağı ile gelen modernizmin yaratmış olduğu bu travma ancak yeni arayışlarla sindirilebilir. Bu da postmodern sanat yanlayışı ile olabilir bana göre. Çünkü insan sürekli bir oluşum halindedir. Postmodern insanı esnektir, duygulu ve hislerine bağlıdır. Anlamda kendini arar. Gelenek ve eskiye özlemle bakar. Kutsallığa ve egzotik olana hoşgörülüdür. Yaşamını yerele göre idam ettirir ve kendiyle barışıktır. Kişiliğinin tek bir referans noktası yoktur, kalıplaşmış tutum ve davranışlar sergilemez. O yüzden postmodern bize yeni arayışları sunabilir.

Kadın ve tiyatro hakkındaki görüşleriniz neler?

Kadınsız hiçbir şeyin olmayacağı gibi tiyatroda kadınsız olmaz. Tiyatro kadınla güzel. Afife Jale gibi büyük bir isim sahneye çıktığında dünya için küçük ama ülkemiz için büyük bir antreydi. Günümüzde ve gelecekte de kadınlar olmadan antrelerin hiçbir anlamı olmaz.

Takip ettiğiniz ve sevdiğiniz tiyatro gurubu var mı?

Oyunlarının hepsini izleyemesem de festival kapsamında ülkemize gelen Schaubühne ve birçok oyunlarının yönetmeni olan Thomas Ostermeier hayranıyım. Ülkemize geldiklerinde ortaya koyulan oyunları izlediğimde muhteşem bir yapı ve bütünsellik izliyorum. Rejileri çok farklı ve hayranlık uyandırıcı.

En sevdiğiniz oyun ve karakter hangisi?

W.Shakespeare’in yazdığı 3.Richard Oyunu. Karakterde 3.Richard.

Kendine yakın bulduğun ve ilerde oynamak istediğin karakter var mı?

Kendime yakın bulduğum diyemem. Ama içimizde taşıdığımız farklı karakterlerin izlerini barındırıyoruz. Ama bunların çoğu içimizde baskılanmış veya ruhumuzun derinliklerine gizlenmiş karakterlerin duygu ve düşünceleri. Yıkıcı ve zalim karakterleri oynayan her oyuncu gibi sizde içinizde barındırdığınız gizi kalmış duygularla iletişim kurmayı becerdiğiniz zaman o karakter gerçek oluyor ve siz ona inanıyorsunuz. Onun gerçekten zalim olmasına gerek yok bağlantı kurmak ve kendinizdeki duyguların gücü bunu ortaya çıkarıyor. Bu yüzden 3. Richard her zaman bana ilgi çekici ve gizemli gelir. Öyle bir karakterle sahnede olmak hayallerimin arasında. Bir diğeri ise Edmond Rostand’in Cyrano De Bergerac oyunundaki Cyrano. Çok şairane birisi. Şiiri çok seviyorum. Cyrano’da hayata ve geleceğe şiir ile tutunuyor. Özlemlerini, beklentilerini, hislerini tutkuyla aktarıyor.

Söyleşi: Ozan Süer

 

 

 

What's your reaction?