Derya Erkenci’yle Fotoğraf Üzerine Derin Bir Sohbet Gerçekleştirdik
“Çok iyi yakalanmış fotoğraf yoktur, bütün fotoğraflar kurgudur, iyi kurgulanmış fotoğraf vardır. Çekerken kurguyu hislerinizle çok çabuk karar vererek yaparsınız. Sonuçta ortaya çıkan, baktığınız şey neredeyse tamamen kurgusaldır.”
Fotoğraf, sinema ve yazıyla çevrelenmiş hayatında, eskilerden kalan güzellikleri sırtladığı bir çuvalla geleceğe taşımak istediği hissini veren, bir sanat ve kültür insanıyla söyleştik. Fotoğrafçı, yönetmen, senarist ve yazar Derya Erkenci, Rotka’nın sorularını cevapladı.
Fotoğrafın sizde çocuklukta başlayan bir tutku olduğunu biliyoruz. Bu tutku nasıl gelişti, nelerden etkilendiniz?
Fotoğrafsever, fotoğrafa değer veren bir ailede büyüdüm. Babamın genellikle hatıra fotoğraflarından oluşan arşivi daima özenli ve ilgi çekiciydi. Bir nevi ailemizin 20. yy başından beri kaydedilen görsel geçmişi babamın dolabında gizliydi. Siyah-beyaz negatifler, dialar, negatifi bulunmayan tek nüsha toplu stüdyo fotoğrafları, yemeklerde, toplantılarda ve düğünlerde çekilmiş fotoğraflar hemen hepsi büyük bir tutkuyla saklanırdı. Evimizde saydam fotoğraflara bakabildiğimiz eski tip bir projeksiyon cihazı vardı. Diaları sıralamak, kasetlere yerleştirmek ve ışıkları kapatıp müzik eşliğinde izlemek ailemizin ritüellerindendi. Babamın 60’lı yıllarla başlayan yurtdışı gezilerinde, uzak ülkelerde çektirdiği ya da çektiği fotoğrafları, annemin Maltepe sahilinde, Adalar’da geçen gençlik yıllarının neşeli fotoğraflarını çocukluğumdan itibaren hayatımızın gerçek zenginliği olarak gördüm. Fotoğraf değerli bir şeydi. Ne kadar çok görüntü kaydedilmişse anımsamak, unutmamak, hatıralar ve eşyalar üzerine düşünmek o kadar kolay hale geliyordu. İlk çerçeveleme bilgilerimi, kamerayı sarsmadan düzgün tutma gerekliliğini, görüntüyle ilgili aygıtlara özenli davranmayı babamdan öğrendim.
Aldığınız sinema eğitimi fotoğrafçılığınıza nasıl yansıdı?
İlk önce fotoğraf vardı ve peşi sıra akan anların suretleri hareketli görüntüleri oluşturdular. Açıkçası bu temel ve basit bilginin bizi sinema ve fotoğraf ilişkisinde tatminkar yanıtlara götürebileceğini sanmıyorum. Güzel sanatlarda sinema öğrencisiyken temel fotoğraf eğitimi aldım. Daha çok içgüdüsel davranışlarla başladığım fotoğrafın zaman içerisinde sinema duygumu beslediğini düşündüm hep. Yani tam tersi oldu gibi. Sinemanın kolektifliği ve fotoğraf oluşturma sürecinin yalnızlığı, bence bu temel ayrım, benzermiş gibi görünen türlerin arasına ciddi bir mesafe koyuyor. Tabii resim sanatı, edebiyat, video ve yaşanmışlıklar nasıl toplamda ürettiğiniz şeye etki ediyorsa sinema da etkili oluyor. Çok teknik bir şeyden bahsetmek gerekirse, kamera hareketlerinde başlangıç ve bitiş resimlerinde oldum olası bir fotoğrafik estetik ararım. Ama tabii bu uzun yıllar profesyonel kameramanlık yapmış bir fotoğraf sanatçısının görüşü.
Kimlerden etkilendiniz ve bugün kimleri beğenerek takip ediyorsunuz?
İlk etkilendiğim ve fotoğrafın bir sanat türü olduğunun farkına vardığım fotoğraflar Eczacıbaşı’nın 70’lerde bastığı fotoğraf kataloglarında yer alanlardır. O firmada çalışan ve sanatla çok da ilgisi olmayan bir akrabamızın evinde kataloglar vardı ve onları incelemeye bayılırdım. Yangınlardan zor kurtulmuş, eski sahipleri tarafından çoktan terk edilmiş, artık Anadolu’dan göç eden ailelere ev sahipliği yapan, İstanbul’un eski muhitlerindeki metruk ahşap yapılar, onları gizleyen mahalleler o yılların temel fotoğraf konusuydu. Rengarenk üst üste boyanmış, yer yer yıpranmış yağlıboya katmanları, ahşap sandalyeli viran kahvehaneler, pazar yerleri, seyyar satıcılar, hayatlarındaki tek renk giydikleri elbiseler olan yoksul insanlar, bütün hepsi o yılların politik dokusuyla birleşen bir görsel estetik yaratırlardı. Siyah-beyaz fotoğrafların zamanı ve mekanı eğip büken artistik etkisi beni şehir üzerine düşünmeye zorlardı. Bu hisleri kafamda hep İstanbulluluk’la özdeşleştirirdim. İzzet Kehribar, Ersin Alok ve kilometre taşı olan diğer fotoğraf emekçileri, sanırım ilk gördüğüm fotoğraflar onların çektikleriydi.
Akademi yıllarıyla beraber büyük bir şans eseri Onur Eroğlu’nun öğrencisi olunca hem fotoğraf tekniğini öğrenme hem de Şahin Kaygun gibi çok özel isimlerin işleriyle tanışma fırsatı buldum. Çok erken yitirdiğimiz ressam Kadri Özayten, seramik sanatçısı Fuat Kökek sanat anlayışıma doğrudan etki etmişlerdir. Ara Güler, Bresson; ne bulursanız bakmak zorundaydınız çünkü henüz internet yoktu, bilgi ve birikimin aktarılma alanları ve fırsatları çok azdı, sayısal devrim henüz gerçekleşmemişti ve fotoğraf çekmek bu günkü kadar yaygın değildi. Şimdi işler değişti. Hayatında hiç sergi yapmamış, evinde oturan sade bir sanatçının muhteşem fotoğraflarına sosyal medya aracılığıyla bakabiliyorsunuz. Sanatçıların gelişimine şahit olup bunu kendi ilerleme sürecinizin bir parçası haline getirebiliyorsunuz. Hasan Deniz var bizim kuşağın en önemli fotoğrafçılarından, Bruce Gilden var sokak fotoğrafçısı, Yutaka Takanashi var Japon sanatçı, bunlar çok sevdiğim, kendime yakın bulduğum isimler. Bir de tabii hep söylüyorum, Rembrandt, Van Gogh, Warhol, Bedri Rahmi, İlhan Koman ve daha niceleri, onlar çok önemli esin perileri.
Teknik ekipmandan bahsedersek özellikle tercih ettiğiniz neler var?
Fotoğrafa Zenit 122 ile başladım ve bu kamerayla daha çok siyah-beyaz çektim. Pentacon marka bir 50 mm ve 200 mm tele objektifim vardı. Orwo Pan 100, Agfa Pan 100 o yıllarda en çok kullandığım filmlerdi. Daha sonra bir Canon A-1 sahibi oldum. Bu kamerayla uzun yıllar sadece sabit 50 mm objektif kullandım. Ilford Chrome, Kodak Ektachrome gibi diapozitifleri keşfettim. 400 ve 125 ASA Ilford siyah-beyaz filmlerle, 100 ASA Agfa, Fuji gibi renkli negatiflerle çok fotoğraf çektim. Uzun zamandır bir Nikon D90’ım ve ona uygun birçok objektifim var. Halen hem analog hem dijital kameralarımı kullanıyorum. A-1’imi kullanmaktan asla vazgeçmem. Dijital dünya teknolojik gelişme adı altında sınırsız bir sahip olma arzusu da yarattı. Var güzel kameralar, son derece çekiciler ama ihtirasla onların peşinden koşacağıma enerjimi elimdeki cihazları kullanarak fotoğraf üretmeye harcıyorum. Teknoloji önemli tabii ama daha önemlisi aygıta ne kadar hakim olduğun. Kameralarıma obje olarak sevgi duyarım. Onlarla zaman geçiririm. Onları bedenimin bir parçası haline getirip adeta organımmış gibi kullanmayı severim.
Hissiyat kısmına gelirsek fotoğraf çekerken ve çektiğiniz fotoğraflara bakarken ne yaşadığınız hisler nedir?
Yazı yazıyorsanız birkaç ay önce yazdığınız bir metinle yeniden karşılaştığınızda tuhaf bir yabancılaşma hissi deneyimlersiniz. Fotoğrafta durum biraz farklıdır. Bir fotoğrafa bakarken önce ya da sonra aldığım ilk his genellikle hep aynı kalır. Örneğin uzak bir ülkede, bilmediğim bir şehirde sokaklarda makinemle dolaşıyorum diyelim. Mekanın bir parçası olmak ya da ona etki etmeyen bir ruh gibi özgürce ortada gezinebilmek için birkaç güne ihtiyacım olur. Yani siz yabancılaşma duygusunu fotoğrafı oluşturmadan önce yaşar ve sona erdirirsiniz. Bazen çekerken çok zevk duyarım ve finalde karşılaştığım fotoğraflar bu zevkin bire bir karşılığıdır. Bazen çekim tatmin etmez, hep bir sorun var gibidir ama yine de iyi fotoğraflara ulaşılabilir. Bunun yanında fotoğrafın anı yakalamak değil anı kurgulamak olduğunu düşünürüm. Çok iyi yakalanmış fotoğraf yoktur, bütün fotoğraflar kurgudur, iyi kurgulanmış fotoğraf vardır. Çekerken kurguyu hislerinizle çok çabuk karar vererek yaparsınız. Sonuçta ortaya çıkan, baktığınız şey neredeyse tamamen kurgusaldır.
Aynı zamanda sinemacı, video artist, yazar ve girişimcisiniz. Fotoğraf gelecek planlarınız arasında nasıl bir yer ediniyor?
Fotoğraf, son nefesimi düşünürken bile benimle olacak bir his. Eser vermeye çalıştığım diğer sanat türleri hayatımdan büyük alanlar talep etse de, yıllardır asla vazgeçemeyeceğimi düşündüğüm tek şey fotoğraf. Bir kere her şeyden önce çekmeye ve paylaşmaya devam edeceğim. deryaerkenci.com ‘da güncellemeleri sürdürüyorum. Elimde farklı tekniklerle üretilmiş çok fazla malzeme var. Bu birikimden birden fazla konsept yaratmak mümkün. Retrospektifleri, toplu ya da kişisel sergileri, fotoğraf kitaplarını seviyorum ve önemsiyorum. Açıkçası internetin ve sosyal medyanın çoklu paylaşımları kolaylaştıran doğası, bir anda çok fazla izleyiciye ulaşabilmek çok keyifli, faydalı ama tamamen teslim olunmaması gereken durumlar.
Fotoğraf dışında projeler var mı?
Üzerinde uzun yıllardır çalıştığım bir romanım var. Uzun süre sonra ilk kez iyi bir noktadayım. Ardından başka kitaplar da gelecek. Tam bir uyarlama olmasa da, romanımın hikayesinden esinlenilmiş bir uzun metraj senaryom var. Doğru şartları oluşturup çekmeyi arzuluyorum. Bir de hayatta tam bir maraton koşmak istiyorum. Şaka değil, ellisine yaklaşan biri için bu da bayağı bir proje sayılır.