89
Views

Beyza Cumbul

Türkiye rock sahnesinin yıllardır sahnede olan ama aynı zamanda sahne arkasındaki emeğin, disipliniyle de örnek bir ismi: Alpay Şalt.
Whisky’den Yüksek Sadakat’e, Rapsodi’den GiTARiZMA’ya uzanan yolculuğu boyunca hem sahnede hem stüdyoda sayısız müzisyenle birlikte çaldı; müziğe, üretime ve dayanışmaya dair tavrını hiç değiştirmedi.
Geçtiğimiz günlerde düzenlediği Birthday Marathon ise, onun kişisel takviminde sadece bir doğum günü değil; doğaya, müziğe ve dostluğa adanmış bir dayanışma gecesi olarak anlam kazandı. TEMA Vakfı yararına gerçekleştirilen bu etkinlik sonrasında Alpay Şalt’la müzikte süreklilik, üretim motivasyonu, geçmiş ve bugünün sahne kültürü üzerine konuştuk.
Keyifli okumalar…

Türkiye’de müzisyenler arasında enstrümanistlerin öne çıkmasına pek alan tanımayan bir yapı var, bilmem sen de katılır mısın? Ama sen bu tabloya rağmen adını çok erken “efsaneler” arasına yazdırdın. Sence dinleyicilerin solist dışındaki müzisyenleri yeterince tanımamasının nedeni ne? Bu algı nasıl değişebilir?

Çok naziksin Beyza, ama ben kendimi hala lisede teneffüste davul çalma sırası kapmak için müzik odasına koşan çocuk olarak görüyorum, “efsane” olabilirsem ne mutlu bana! Biz plak dönemini, sonrasında kaset, CD, hatta DVD dönemini yakalayan müzikseverler için doğal olarak kapaktan sonra ilk bakılacak yer sözler ve künye olurdu. Kimler çalmış, ne aletler kullanılmış, hatta kim nerede kaydetmiş, kapağı kim çizmiş gibi bilgilere bakmakla kalmaz, yutardık. Hala bir sürü grubun elemanını sayabilirim, yıllardır dinlememiş olsam bile. Müzik dergileri varken fotoğraf ve röportajlardan her şeyi öğrenirdik. Enstrüman çalmayan “iyi dinleyiciler” de bu künyelere bakar ve bu bilgileri öğrenirlerdi. Müziğin dijitale geçmesiyle künyeler yok oldu, fiziksel baskılar kalktı. Dijitalden müzik dinlerken ancak internet üzerinden bu bilgilere ulaşabiliyoruz. Onlar da çok sağlıklı değil ve her zaman bakmaya fırsat olmuyor. Türkiye’de averaj dinleyici gözünde şarkıcı haricinde kimsenin önemi yoktur. Yüksek Sadakat’teyken çok başımıza geldi. Kadroda değişiklikler oluyor ama organizatörlerin haberi yok, umurlarında da değil eski kadrolu fotoğrafı basıveriyorlar tanıtımlara, afişlere, biletlere. Hatta gazete arşivlerinde bir kez etiketlenen bir diayı değiştirmek mümkün olmuyordu, habire eski kadrolu fotoğrafı giriyorlardı. Dönem sosyal medya dönemi, müzisyen hakkında ne kadar çok paylaşım yapılırsa o kadar bilinir oluyor. Dönemin hızı yüzünden müzik bile o kadar hızlı tüketiliyor ki, gençler üzerine çaldıkları müziği kimlerin yaptığını öğrenemeden, bilmeden bir sonraki şarkıya geçiyor. Bu, iz sürmeyi, stil analizi yapmayı engeller. Biz sevdiğimiz müzisyenin kimleri dinlediğinin izini sürerek ana bilgiye, orjinale ulaşıp kıyas yaparak öğrenme şansına sahiptik.

Whisky’yle yıllar önce başlayan o muhteşem dönem senin için ne ifade ediyor? O döneme baktığında, bugünün müzik ortamıyla kıyasladığında neler değişti, neler aynı kaldı?

Benim için profesyonelliğe hızlı bir geçiş olmuş, hayatımın akışı değişmişti. Ama ülkemizde pek bir şey değişmedi. Özel TV’ler yeni açılmıştı, TRT’nin katı ve baskıcı tutumundan sonra alternatif müzik yapan bir grup, stüdyoda ateşler içinde şovlar, esprili sohbetler yapabiliyordu. Sabit şekilde üzerinde ışık yanan kameraya bakan bıyıklı amcalar ve tuvaletli kadınlardan sonra bu atlayıp zıplayan deri kıyafetli, uzun saçlı tipler müziğin eğlenceli ve agresif yanını gözler önüne serdi ve tüm yönetmenler “bize de gelin, bize de gelin” diye çekim tarihi vermeye başladılar. Fazla tüketilen her şey bir süre sonra doygunluk yapar. Nitekim çıkacak program kalmadığında bu akımın “değişik bir şeye olan ilgi”den ibaret olduğunu anlamış olduk. Yani ülkemiz bir anda “rakçı” olmamıştı, olmayacaktı da. Bu müziğin hakim olduğu ülkeler bellidir. Akdeniz ülkelerinde farklı bir mod vardır, bu gürültü ve sertlik onlara fazla geliyor. Zaten hemen o yıllarda ilk örneklerine göre daha sert bir Anadolu Rock patlaması başlamış, ardından eskiden İngilizce müzik yapan rock grupları bile bir şeylerin değiştiğini görüp Türkçe müzik üretmeye yönelmiş ve 2000’lerde Türk Rock müziğinin altın çağı başlamıştı. 90’lar Popunun ve “Özgün” müziğin kısır döngüye girip birbirini tekrarladığı dönemin bitişinde “yeni bir şey” başlamıştır. Whisky ile ülkemiz müzik piyasasında yaşadıklarımızdan aldığımız dersler: Başarı için süreklilik şarttır, her şartta ortada olan, adını unutturmayan kazanır. Eğer “meşhur” olduysan yaptığın müziğin sertliği, yumuşaklığı, sözleri o kadar da önemli olmaz. Sen “meşhur” olduğun için talep ve tercih edilirsin. “Meşhur” bilet satar, seyirci toplar. İnsanların birlikte söyleyebileceği, kolay, akılda kalıcı nakaratı olan 3-4 şarkıyla ömrünün sonuna kadar sahnede kalabilirsin, ama ortadan yok olmayacaksın, boşluk vermeyeceksin. Değişen en önemli şey ise, günümüzde müzik üreten sanatçının bir yapımcıya bağlı olmadan (ve aslan payını ona kaptırmadan) eserlerini dinleyiciye ulaştırabiliyor olması. Stüdyo ve video klip masraflarının düşmesi büyük bir avantaj. Ama iş eser üretip yayınlamakla bitmiyor. Son 15 yıldır dönem Rap ve yeni akım bir Pop, ev stüdyosunda, günümüzün internet üzerinden temin edilen tüm yardımcı araç gereçleriyle elde edilen plastik bir Pop. Parayı bulan yeni gruplar dağılıyor. Mekan çok, müzik yok. Orta sınıf yok olunca orta sınıfın tercih ettiği müzik de yok oluyor. Bildiğimiz anlamdaki Rock ise yine alternatif ve underground.

Önceki sorumla bağlantılı olarak; dinleyici açısından da son yıllarda müziğin geldiği ya da getirildiği nokta hakkında düşüncelerin neler?

Dünyada enstrüman çalmayan kalmayacak neredeyse, YouTube eğitim videolarından, Instagram cover yapanlardan taşmış durumda. Bu kadar çok kişi müzik üretirse alıcı kalmayacak, herkes kendi malını satmaya çalışıyor! Geçen gün önüme düştü ünlü bir grubun solisti bunları söylüyordu: “Bana bak çocuk, dünyanın yeni bir gruba daha ihtiyacı yok, zaten çalacak yer de yok! Git okulunu oku ve bir meslek edin.” Yakında dünya aç müzisyenler gezegenine dönüşecek, bizde zaten hep öyleymiş. Sanatçı var bir de ona eşlik eden çalgıcılar. Sanatçıya bin ödenir çalgıcıya on. Türkiye’de sanatçı denilen kişi aslında şarkıcı. Bir de çok seslilik bize uymuyor, müziğimiz gelişemiyor, zenginleşemiyor, zaten ülkemizin yönetimine bakınca bile bunu net bir şekilde görebiliyoruz.

Bugüne kadar sahneyi ve stüdyoyu paylaştığın çok sayıda müzisyen oldu. Senin için unutulmaz bir iş birliği veya ilham aldığın özel bir isim var mı? Beraber müzik yaptığın müzisyenlerin sende bıraktığı izleri nasıl tanımlarsın?

Hepsinden paha biçilmeyecek değerde dersler aldığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Hızla geçersem:

Whisky: Adanmışlık, bildiğin yolda emin adımlarla yürüme, çok çalışmak.

Objektif: Yılmadan hep üreterek hayatta kalmak, hayatın içinden şarkılar yazmanın önemi.

Rapsodi – Doğan Kospançalı : Müzik derin bir kuyudur, her tarz ayrı bir lisandır, dikkatle dinlersen her tarzı sevebilirsin ve çalabilirsin. Dinle, öğren, çal.

Alpay: Bazı yorumcular neden özeldir, çünkü onlar evrende bir tanedir.

Sibel Tüzün: Eğer belli bir etiket altında ünlü olup sevildiysen bu toplum başka bir tarzda müzik yapmanı sen ne kadar başarılı olsan da asla kabul etmez.

Erkin Koray: Çok karışık çalmadan bana ritmi hissettir. Haydi beyler, vokaller.

Gür Akad: Sevdiğin müzik seni sen yapandır, gerekirse her şeyden vazgeç ve sevdiğini yap.

Cem Köksal: Büyük düşün, büyük yap, etkisi de büyük olsun.

Joe Lynn Turner: Senin pervanen yok mu? (Davulcular anladı) Bana şarkının bölümlerini kesin olarak belli et. Havaya su püskürtme numarası. Sen Tommy Aldridge’ ten daha groove’lu çalıyorsun. (Türkiye’ye geldiği gün Shaft ‘ta bizi Gür Akad ile seyrettiği ve sonra Smoke on the Water’da bize katıldığı gece, ara verdiğimizde söylemişti.)

Yüksek Sadakat: Öncesinde şarkıların sözlerini pek dinlemez, müziğe odaklanırdım. Söz ve melodi uyumunun bir şarkıdaki en önemli şey olduğunu, üyesi olunan grubu iyi analiz ederek ana fikrine sadık kalmak gerektiğini, çoğunluğu kendine değil kendini çoğunluğa uydurman gerektiğini öğrendim. Serkan Özgen derdi ki, “O’lm sahnede o kulaklıklardan başka bir müzik dinlediğinden şüpheleniyorum!”

Ogün Sanlısoy: “Saydım”ın yöre fark etmeksizin ülkemizin en önemli hitlerinden biri olduğuna şahit oldum. Neden bu kadar çok eleman değiştiriyor diye merak ederdim, onu da öğrenmiş oldum😊

Son organizasyonun olan Birthday Marathon’da olabilecek en güzel doğum günü etkinliklerinden birine ev sahipliği yaptın ve gelirleri TEMA Vakfı aracılığıyla fidan dikimine ayrıldı. Vakfın kurucusu Hayrettin Karaca’nın da yakın akrabası olduğunu biliyoruz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı ve senin için kişisel olarak ne ifade ediyor? Doğa ve çevre temalı bu dayanışma yaklaşımı seni müzikal olarak da motive eden unsurlardan mı?

Benim “özel gün” takıntım var çünkü kapitalist düzenin bu “günleri” insanlar alışveriş yapsın diye uydurduğunu biliyorum. Yıllardır arkadaşlarıma doğum günümde hediye almak yerine gönüllüsü olduğum TEMA’ya fidan bağışı yapın derdim, onlar da sağolsunlar ülkemize çok ağaç kazandırdılar. Son 4-5 yıldır çok orman kaybettik, haberlerde izleyince üzülüyoruz, ama zaman geçince unutuyoruz. Yangın uçağı alacak halimiz yok fakat fidan dikebiliriz, hem de doğum günümü pasta keserek kutlayacağıma uygun bir mekanda müzik yaparak kutlarız diye bu organizasyona giriştim. Yıllardır, o dönem kimlerle çalıyorsam hepsini aynı sahnede buluşturmak üzere doğum günümde Birthday Marathon adı altında etkinlik yapıyordum, ilk defa seyirciyi de bağışa yönlendirdim. Üzülmek bir şeyleri geri getirmiyor, kendi çapımızda yapabildiklerimizle yaralarımızı sarabiliriz. Ben zaten hep motiveyim yeter ki ortam olsun😊

Birlikte çalıştığım faklı gruplardaki arkadaşlarımı birbirleriyle tanıştırmak da çok sevdiğim bir operasyondur. GiTARiZMA’da da bunu yapıyorduk, o sayede dev bir aile olduk, adı koyulmamış bir dernek gibiyiz. O gece kulisimiz çok eğlenceliydi.

Fotoğraf: Cem Gaygusuz

Birthday Marathon gecesine gitmeyi çok isteyip de gidemeyenler için, o geceyi biraz anlatır mısın? (Ben de Almanya’da olduğum için katılamadığıma üzülenlerdenim.)

Yaaaa, orada da yapmayı çok isterim ama kalabalık ekipleri gezdirmek artık mantık dışı bütçeler gerektiriyor. Sahneye çıkacak üç grup Thin Lizzy ve Gary Moore tribute grubumuz IN LIZZY, taa GiTARiZMA’nın son dönemlerinden süre gelen bir yapı, zaman içinde eleman değişiklikleri oldu. Solist Tunç Arkan ve ben sabit kaldık, Tufan Yağmurdereli gitar, Zafer Tamdoğan bas ve en yeni elemanımız Bora Sarı gitar, geri vokal ve ses masasındaydı, gecenin açılışını yaptık. İzleyiciyi yormamak adına devreleri 45’er dakika tuttuk, 15 dakika arada hem ben dinlenip üzerimi değiştiriyordum hem de gruplar toparlanıp sahneye yerleşiyordu. Aralarda her gruptan ilginç coverları ve sonra da introları perdede oynattık. İkinci sırada geçen yıl oluşturduğumuz Motörhead tribute grubumuz KILLMISTER sirenler eşliğinde sahneye çıktı. Davulcu Mickey Dee’yi simüle etmek için hair metalci peruğum ile çaldım. Vokalde LEMMY’nin vokalini dünya çapında en iyi icra edenlerden Yüce Ağanoğlu, gitarda inanılmaz bir gitarist Çağatay Özkor ve basta aramıza en son katılan Ali Evcimen ile klasik Motörhead şarkılarıyla salondaki gürültü seviyesini biraz artırdık. Son grup Iron Maiden tribute grubu GALLOWS POLE, tipik Ace High konser introsuyla giriş yaptı. Vokalde deneyimli metal solistlerimizden Onur Sağlam, gitarda yıllardır birlikte çaldığımız Hakan Şavklı ve Mehmet Metin, basta Cem Gürel’in zamansızlık sorunu nedeniyle ayrılmasıyla aramıza yeni katılan ve ağzımızı açık bırakan performansıyla Gökmen Özveri ile geceyi noktaladık. Salonda yaşı küçük izleyicilerin olması çok hoştu… Hem bizim ekibin hem de izleyicilerin çocukları harika bir ortamda müziğe doydular. Yıllardır Kültür Merkezlerine 18 yaş altı izleyicilerin de izleyebileceği rock konserleri düzenlemeyi arzu ediyoruz. Yönetimler değişiyor ama kafalar değişmiyor. Ağaç yaşken eğilir. Ben çocukken Hava Harp Okulu sinema salonunda izlediğim Barış Manço konserini hep hatırlarım.

Fotoğraf: Cem Gaygusuz

Uzun kariyerinde “dönüm noktası” diyebileceğin kararlar hangileri oldu (ekip seçimi, tür/estetik yönelim, çalışma disiplini gibi)? Bugünden geriye bakınca bunlardan hangisini genç müzisyenlere tavsiye olarak verirsin?

İlk dönüm noktası okulda müzik yapmaya başladığımızda hepimiz davul çalmak istediğimiz için arkadaşlar arasında kura çekmemiz ile bana düşen bas gitarı çalamayacağımı anlayıp daha iyi yaptığım bariz belli olan davula geçerek davulcu arayan başka bir gruba girmem.

İkinci dönüm noktası o girdiğim grup ile verdiğimiz konsere gelen Şener Böcek’in beni WHISKY’e almak istemesi ama benim kendime güvenmediğim için kabul etmemem. Fakat iki yıl içinde başka bir yoldan yine WHISKY’e girmem. WHISKY ile hayatımı, eğitimini almakta olduğum grafik sanatlar ile değil müzik ve bağlantılı işlerle kazanmaya karar verişim. Kamil Özaydın “Yapmayı sevdiğimiz müzikten para kazanamadığımız için müzik aletleri mağazası açtık sen de aç” dedi ve ben de Whisky Drum Shop’u açtım. Burada davul dersi vermeye başladım ve aynı zamanda bilgimi artırmış oldum. Eğitim vermek bilgiyi pekiştiriyor.

Üçüncü dönüm noktası bambaşka müzik tarzlarıyla ve “piyasa” ile tanışacağım Rapsodi’ye girmem. Hem müzikal alt yapım hem davulculuğum sınıf atladı hem de kariyerimdeki diğer yorumcularla tanıştım. Müzik piyasasında çevre ve tanınırlık çok önemlidir. Bizde audition kavramı müzik piyasasında geçerli değil, en yakındaki ya da gruptan birinin kankası işi kapar.

Dördüncü dönüm noktası Cem Köksal ile hayalden büyük projelerde yer almak, Joe Lynn Turner ‘ın ekibe katılmasıyla uluslararası bir star ile çalışma fırsatını yakalamak oldu.

Beşinci dönüm noktası Yüksek Sadakat ile hem ulusal hem de uluslararası popülariteyi deneyimleyip müziğe başlarken hayalini kurduğum Eurovision’a katılmaktı. Klasik olacak hitlere imza atmak, bunların radyoda TV’de yayınlandığını görmek çok güzel bir duygu.

Altıncı dönüm noktası hepimize bir tokat gibi inen pandemi ile, kapanma, tüm kazanılmış ilişkilerin sıfırlanması ve müzik sektörünün nasıl güvenilmez bir sektör olduğunu bir kez daha deneyimleyip hatırlamak. Bu çok değerli çünkü hayatımıza yön verirken en kötü senaryoyu asla unutmamamız gerektiğini bir kez daha anladık.

Dünya yedi katmandır derler, hayat yedi yıllık döngülerle örülür, hint felsefesinde de yedi çakra vardır ya, sanırım yedinci dönüm noktasını deneyimliyorum, yeterli dinleyicisi olmadığı halde sadece sevdiğim ve hoşuma giden müziği yapıyorum, hoşuma giden projelere katılıyorum, salt müzikten geçinmek imkansız olduğu için alternatif yöntem ve çözümlerle hayatta kalabilmeyi deneyimliyorum.

Seninle söyleşi yapmak büyük keyifti Alpaycım. Senin eklemek istediğin bir şey var mı?

Harika sorular hazırlamışsın, her şeyi anlatmış gibiyim. İnsan kesinlikle sevdiği işi yapmalı, ancak o zaman başarılı olabilir, tüm zorluklara katlanır ve bundan tarifsiz bir haz duyar. Hem, insan ne için yaşar ki? Teşekkür ederim.

Makale Etiketleri:
· · · ·
Makale Kategorileri:
MANŞET · MÜZİK