“Dünyanın doğru ve yanlış tarafları arasında seçim yapmak istemiyorum ve bir seçim yapılmasını sevmiyorum. İnsanlar birinin net ve ironik olmasını istemiyor. “Bu senin iyi biri olmadığını gösteriyor” diyorlar. Bunun nasıl bir sonuca varacağını göremiyorum.”
Albert Camus, Tersi ve Yüzü, Lirik ve Eleştirel Denemeler
Albert Camus (7 Kasım 1913–4 Ocak 1960) zamanın doğru ya da yanlış tarafı olmadığını yazmıştı – “Geleceğe yönelik gerçek cömertlik her şeyinizi bugüne vermekten geçer.”
Kendini iyi olarak tanımlayan insanların tarihte doğru tarafta yer aldıkları ve henüz yazılmamış kitaplarda övülmeleri gerektiği yönündeki iddiaları sık sık duyarız. Bu görüş, Camus’nün insan durumunun saçmalığı olarak kabul ettiği şeyin bir parçasıdır. Tersi ve Yüzü‘nde yazar, çelişkilerle dolu kaotik bir dünyada ve insan doğasının sınırlamalarında anlam, mutluluk ve özgünlük ararken insanlığı nasıl yeniden değerlendireceğimizi ve hayatı nasıl kucaklayacağımızı araştırıyor. Karakterimizden daha güçlü olan prensiplerin tuzağında takılıp kalmamak için nasıl tedbirli olmalıyız?
Camus kitabın önsözünde Cezayir’de “yoksulluk ve güneş ışığı” içinde bir hayatla yetiştirilmiş olmanın bile “başkaldırılarının bile güneşle aydınlatıldığını” belirtiyor. “Hemen her zaman, hileye başvurmadan söyleyebilirim sanırım, her için başkaldırmalardı bunlar, herkesin yaşamının ışıkta gelişmesini isteyen başkaldırmalardı… Yoksulluk, güneşin altında ve tarihte her şeyin yolunda olduğunu düşünmemi engelledi; güneş bana tarihin her şey olmadığını öğretti” der.
Tersi ve Yüzü (Betwixt and Between), Camus’nün kendi adıyla yayınladığı ilk eserdi, 1937’de Cezayir’de Edmond Charlot tarafından yayımlandı. Kitap, Cezayir’in Belcourt bölgesine ilişkin bir dizi makalenin yanı sıra Balear Adaları’na, Prag ve Venedik’e yapılan iki geziye ilişkin yazılardan oluşur. Kitap savaş sırasında neredeyse hiç dağıtılamadı ve savaştan sonra Yabancı ve Sisifos Söyleni‘nin başarısından da yararlanamadı. 1958’de yeniden basılan eserde, Camus’nün bugüne kadarki çalışmalarını değerlendirdiği ve yazılarını eleştirel bir gözle değerlendirdiği bir önsöz yer alıyordu. Camus bu erken dönem eserinde tüm düşüncesinin kaynağına iniyordu: “Kaynağımın Tersi ve Yüzü olduğunu biliyorum, uzun zamandır yaşadığım bu yoksulluk ve aydınlık dünyasında, her sanatçıyı tehdit eden iki zıt tehlikeden, kırgınlık ve tatminden beni hâlâ koruyan.”
Camus şöyle yazıyor: “Ama bırakın da zamanın kumaşından keseyim şu dakikayı. Başkaları sayfalar arasında bir çiçek bırakırlar, aşkın kendilerine dokunup geçtiği bir gezintiyi kapatırlar oraya. Ben de geziyorum, ama bir Tanrı okşuyor beni. Yaşam kısadır ve insanın zamanını yitirmesi günahtır. Canlı bir insanım, öyle derler. Ama canlı olmak da insanın canlılıkta kendini yitirdiği ölçüde gene zamanını yitirmesidir. Bugün bir duruştur ve yüreğim kendi kendini karşılamaya gidiyor. Gırtlağıma gene bir iç sıkıntısı sarılıyorsa bu ele gelmez anın parmaklarım arasında cıva incileri gibi kayıp gittiğini duyduğum içindir. Dünyaya sırt çevirmek İsteyenleri bırakın. Benim yakındığım yok, öyle ya, kendi doğuşumu görmekteyim. Şu saatte, tüm ülkem bu dünya. Bu güneş ve bu gölgeler, bu sıcak ve havanın derinliklerinden gelen bu soğuk: her şey gökyüzünün tüm doluluğunu, acıma duyguma doğru boşalttığı bu pencerede yazılı olduğuna göre, ölen bir şey var mı, yok mu, insanlar acı çekiyorlar mı, çekmiyorlar mı diye düşünmem gerekir mi? Şunu söyleyebilirim, az sonra da söyleyeceğim: önemli olan insanca ve basit
olmak. Hayır, gerçek olmaktır önemli olan, hepsi girer bunun içine, insanlık da, basitlik de. Ve ben dünya olduğum zaman değil de ne zaman daha gerçek olurum? Daha ben istemeden yerine getirilmiş her şeyim. Ölümsüzlük şuracıkta, bense onu um ut ediyordum. Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak.
Bir adam çevresine dalmış, bir başkası mezarım kazıyor: nasıl ayırmalı onları? İnsanları ve saçmalıklarını?
Ama işte gökyüzünün gülümsemesi. Işık kabarıyor, yaz pek mi yakın? Ama işte sevilmesi gerekenlerin gözleri ve sesi. Tüm devinimlerimle dünyaya, tüm acımam ve tüm minnetimle insanlara bağlıyım. Dünyanın bu tersiyle yüzü arasında bir seçim yapmak istemiyorum, seçmesini sevmem. İnsanlar açık görüşlü ve alaycı olmamızı istemiyorlar. “Bu sizin iyi olmadığınızı gösterir,” diyorlar. Ben arada bir ilişki göremiyorum. Birine aktöreye ters düştüğünü söylediklerini duyarsam, kendine bir aktöre bulma gereksiniminde olduğunu anlarım bundan; birine küçümsendiğini söylediklerini duyarsam, kuşkularına katlanamadığını anlarım. Hile yapılmasını sevmem de ondan. Büyük yüreklilik, ölüme olduğu gibi ışığa da gözlerimizi
kırpmadan bakabilmektir. Sonra, insanı yiyip bitiren yaşama aşkından bu gizli umutsuzluğa götüren bağı nasıl anlatmalı? Nesnelerin dibine çöreklenmiş alaya kulak verirsem, ağır ağır belli eder kendini. Ufak, aydınlık gözünü kırparak: “Yaşayın, sanki şey olmayacak gibi…” der. Nice araştırmalara karşın, tüm bildiğim bu benim.”
Ek olarak, belki de Camus’nün 1958’de kitabın Önsözü’nün sonunda yazdıklarıyla bitirmek daha iyi olur:
“Ama ben yoksulluğun ille de çekemezliği içermediğini vurgulamak istiyorum yalnız. Daha sonra, ağır bir hastalık, içimde her şeyi değiştiren yaşama gücünü geçici olarak elimden aldığı zaman, görünmez sakatlıklara, bunda bulduğum yeni zayıflıklara karşın, korkuyu ve cesaret kırıklığını tanıdımsa da iç burukluğunu hiç tatmadım. Bu hastalık başka köstekler ekliyordu kuşkusuz, en çetinleri de önceden bende olanlardı. Sonunda şu yürek özgürlüğünü, insan çıkarları karşısında şu hafif uzaklığı, beni her zaman hınçtan korumuş olan uzaklığı destekliyorlardı. Paris’te yaşamaya başlayalı beri, bu ayrıcalığın yüce bir ayrıcalık olduğunu biliyorum.
Ama sınırsız olarak ve hiç pişmanlık duymadan tadını çıkardım bunun, hiç değilse bugüne değin tüm yaşamımı aydınlattı. Örneğin sanatçı olarak, hayranlık içinde yaşamaya başladım, buysa, bir anlamda,
yeryüzü cennetinin ta kendisidir.“
Camus, Boris Pasternak’a yazdığı bir mektupta varlık ve müştereklik temasını şöyle dile getirmiştir:
“Bizden şu ya da bu ülkeyi ve şu ya da bu halkı sevmemiz veyahut nefret etmemiz isteniyor. Ancak bazılarımız ortak insanlığımızı o kadar güçlü hissediyoruz ki böyle bir seçim yapamıyoruz. Rus halkını gerçekten sevenler, Tolstoy ve Gorki’nin bahsettiği o dünya mayası olmaktan hiç vazgeçmedikleri için onlara minnettarlık duyarak, onların iktidar siyasetinde başarılı olmasını istemezler. Bilhassa geçmişin çilelerinden sonra onları yeni ve daha da korkunç bir kan dökülmesi durumundan kurtarmak istiyoruz. Aynısı Amerikan halkı ve mutsuz Avrupa halkları için de geçerli. Bu, zamanımızın öfkeli tutkuları arasında unutmaya meyilli olduğumuz türden temel bir gerçek.”